Ana içeriğe atla

Üriner Sistem Histolojisi

HİSTOLOJİ

ÜRİNER SİSTEM HİSTOLOJİSİ

Necdet Ersöz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi

Bu yazıda, üriner sistem yapılarının genel fonksiyonları ve histolojisine ait literatür paylaşılacaktır. Görüntülerin net olarak okunmaması durumunda görüntülerin üzerine tıklayabilirsiniz. 

Üriner sistem, normal koşullarda bir çift böbrek, böbreklere ait üreterler, idrar kesesi ve üretradan meydana gelir. Üriner sistemin primer görevi, kan içeriğinin optimal sınırlar içerisinde tutulmasıdır. Bu görevde, böbrekler önemli bir rol üstlenir. Böbreklerin vücuttaki genel rolleri, renal fonksiyonun oldukça kompleks kombinasyonlarını kapsamaktadır. Bunlar aşağıda basitçe özetlenmiştir:

·         Vücut sıvılarında su, elektrolit ve asit-baz dengesinin regülasyonu
·         İdrar ve fazla su vasıtasıyla metabolizma sonucu oluşan atıkların vücuttan uzaklaştırılması
·         Birtakım biyoaktif substansların atımı (ilaçlar gibi)
·         Renin sekresyonu yoluyla arteriyel kan basıncının kontrolü

Renin, kan basıncı ve su dengesinin kontrolünde oldukça önemli olan, kana sekrete edilen ve anjiyotensinojenden anjiyotensin I oluşumunu uyaran bir proteazdır. Diğer renal fonksiyonlar, aşağıdaki gibi özetlenebilir:

·         Eritropoietin sekresyonu (kan oksijen seviyesi düştüğünde kanda eritrosit sentezini uyaran glikoprotein)
·         Steroid prohormon vitamin D’nin aktif form olan 1,25-dihidroksivitamin D3’e dönüşümü (kalsitriol oluşumu)
·         Glukoneojenez (uzun süreli açlık esnasında aminoasitlerden glikoz yapımı) (bu mekanizmanın esas lokasyonu karaciğerdir)

Böbreklerde atık maddelerin birikimiyle ve kanın süzülmesiyle oluşan idrar, üreterlerden idrar kesesine (mesane) gelir. Burada geçici olarak depolandıktan sonra, belli bir miktarın üstüne çıkan idrar, idrar atımını uyarır. Böylece üretra vasıtasıyla idrar dışarı atılır.

Böbrekler

Her bir böbrek konkav bir medyal sınır (hilum) ile konveks bir lateral yüzeye sahiptir. Bu iki yüzey de fibröz renal kapsül ile kaplıdır. Hilum bölgesi, böbreğe renal arter, ven, lenfler, üreter ve sinirlerin giriş yaptığı bölgedir. Hilumda üreterin üst ucu renal pelvis (böbrek pelvisi) olarak adlandırılır. Renal pelvis, böbreğin içine doğru 2-3 adet majör kaliksi (büyük havuzcuk) meydana getirir. Majör kalikslerden de sayıları biraz daha fazla olan minör kaliksler (küçük havuzcuk) dallanmaktadır.

Her bir böbrek dış kısma doğru korteks ve iç kısma doğru medulla adı verilen yapılardan meydana gelir. Korteks, korpüsküller ve tübüler yapılardan oluşan, koyu renkli bir bölge iken, insanlarda renal medulla 8-12 adet renal piramit adı verilen konik yapılar barındırır. Renal piramitler, birbirlerinden renal kolonlarla ayrılır. Her bir konik piramit, tabalarındaki kortikal doku ve çevresiyle bir renal lob oluşturur. Medulladan kortekse uzanan çizgilere medüller ray adı verilir. Her bir piramidin başında minör kalikslere uzanan ve tübüllerde oluşan idrarı toplayan renal papillalar bulunur.

Her bir böbrek, yaklaşık olarak 1 milyon kadar nefron adı verilen fonksiyonel ünitelere sahiptir. Nefronlar, boylu boyunca basit, tek katlı bir epitel içerir. Nefronların temel kısımları aşağıdaki gibidir:

·         Renal korpüskül, yoğun kapiller ağ içeren yuvarlak yapı. Her zaman kortekste lokalizedir.
·         Proksimal tübül, uzun ve kıvrımlı kısım. Büyük oranda kortekste bulunur; fakat medullaya giren kısımları mevcuttur.
·         Henle kulpu, medullada bulunur ve ince ascending ve descending kollara sahiptir.
·         Distal tübül, Henle kulpundan düz bir şekilde çıkan ve kortekse geri giren kalın kısım ve kortekste kıvrımlı kısımdan oluşur.
·         Connecting tübüller, nefron ile collecting kanalları bağlayan kısa, son uçtur.

Connecting tübüller, daha büyük toplayıcı kanallar oluşturmak üzere bir araya gelir. Bunlar idrarın minör kalikse geldiği bölgede birleşir. Kortikal nefronlar neredeyse tamamen kortekste lokalize iken jukstamedüller nefronlar (tüm nefronların yaklaşık 1/7’si) medullaya çok yakın bir yerde uzanır; ayrıca bunların uzun Henle kulpları vardır.


Böbrek kesitinin genel illüstrasyonu.
Her bir böbrek fasulyeye benzer şekilde, medyalde konkav bir hilum kısmı ve konveks lateral kısımdan meydana gelir. Böbreği fibröz bir kapsül sarar. Hilum, kan damarları, sinirler, lenfatikler ve üreterin bulunduğu bölgedir. Üreter, böbreğin iç kısmına doğru majör ve minör kaliksleri oluşturur. Bu bölgede adipoz doku birikintisi görülür. Minör kaliksler, medullada renal piramitlerle devamlıdır.

Tıbbî Yaklaşım: Polikistik Böbrek Hastalığı

Polikistik böbrek hastalığı sıvı dolu, büyük ve çoklu kistler nedeniyle normal kortikal organizasyonunun bozuk olduğu böbreklerle karakterize kalıtsal bir bozukluktur. Kistler nefronun herhangi bir epitel hücre kitlesinden kaynaklanabilir ve böbrekte gözle görülür biçimde şişkinler meydana gelir. Bunlar neticesinde renal fonksiyonlar kaybedilir.

Kan Sirkülasyonu

Böbrek damarlanması geniş, iyi organize ve nefronlarla oldukça yakın ilişkilidir. Böbreğin kan damarları bulundukları bölgeye ve şekillerine göre isimlendirilir.

Her bir böbreğe normal koşullarda bir adet renal arter ulaşır. Bu renal arter, hilum bölgesinde birden fazla dala ayrılabilir. Renal pelvis civarındaki dallanmalar sonucunda oluşan yeni dallara interlobar arterler adı verilir. Interlobar arterler renal piramidlerin arasından uzanarak kortikomedüller bağlantıya ulaşır. Burada interlobar arterler arcuate arterleri meydana getirmek üzere dallanır. Arcuate arterler her bir piramidin baz kısmındaki ark boyunca uzanır ve daha küçük olan interlobular (kortikal radyal) arterleri oluşturur. Interlobular arterler de korteksin derinlerine doğru dallanır. Interlobular arterlerden mikrovasküler boyutlarda afferent arterioller oluşur. Afferent arterioller, renal korpüskül içerisinde bulunan glomerulusları meydana getirecek şekilde son derece küçük kapillere dönüşür. Glomeruluslar, kan filtrasyonunun olduğu mikro damarlardır. Süzme işlemi gerçekleşen kan, glomeruluslardan ayrıldıktan sonra hemen venüllere girmez; ilk olarak efferent arteriyollere gelir. Efferent arteriyoller de kortekse dağılmış vaziyette bulunan peritübüller kapillere ya da medulladaki Henle kulpu paralel dallanmaları olan vasa rectaya uğrar. Burada kan, genellikle peritübüller kapillerlerden geçtiği için, korteksin kanlanması, medulladan yaklaşık 10 kat daha fazladır.

Her iki dallanmadan da geçen kan, venlere girmelidir. Burada kanın takip ettiği damarlar, lokalizasyonlarına tıpkı arterlerde olduğu gibi adlandırılmıştır.


Nefron illüstrasyonu. Her bir böbrek yaklaşık 1 milyon adet fonksiyonel birim içerir. Bu fonksiyonel birimlere nefron adı verilir. Her nefron filtrasyonun gerçekleştiği glomerüler kapilleri saran bir renal korpüsküle ve bu korpüskülden uzanan proksimal kıvrımlı tübüllerle proksimal düz tübüllere sahiptir. Proksimal düz tübüller, medullaya giriş yeridir. Bu tübül, ince descending ve ascending tübüller olarak devam eder ve Henle kulpunu meydana getirir. Açı yapan tübüller tekrardan kortekse döner. Glomerüle giren arteriyollerin olduğu yerde arteriyollerle kontakt kuran tüp, burada kalınlaşarak macula densa ismini alır. Macula densadan devam eden tübüle distal kıvrımlı tübül adı verilir. Toplayıcı kanala gelmeden önceki kısa tübüle de connecting tübül adı verilir. Bir toplayıcı kanal üzerinde pek çok connecting tübül bulunur. Toplayıcı kanala gelen idrar, bureradan kalikslere geçerek üreterden devam eder.

Tıbbî Yaklaşım: Glomerüler Hastalıklar

Renal korpüsküllerden kaynaklanan pek çok glomerüler hastalık bulunmaktadır. Patologlar tarafından bu hastalıkların kesin diagnozu böbreğin korteks kısmından alınan örnekler ve TEM ya da immünofloresan ışık mikroskopları yoluyla yapılan renal korpüskül taramalarıyla mümkün olabilmektedir.

Renal Fonksiyonlar: Filtrasyon, Sekresyon ve Reabsorpsiyon

Böbreğin tüm önemli fonksiyonları nefronların özelleşmiş epitel katman hücreleri ve toplayıcı sistemlerle gerçekleştirilir. Renal fonksiyonlar bazı spesifik aktivitelerde görev alır:
·         Filtrasyon: kandaki su ve solütler vasküler kısımdan ayrılarak nefron lümenlerine girer.
·         Tübüler sekresyon: substanslar tübüllerin epitellerinden lümene doğru gelir.
·         Tübüler reabsorpsiyon: substanslar lümenden interstisyum ve çevreyelen kapillere gelir.

Nefron tübülleri ve toplayıcı sistem boyunca pek çok molekül absorbe edilirken diğerleri minör kalikslere ulaşarak idrar şeklinde atılır.

Yaşlılıkta nefron sayısı bir miktar azalır. Bu durumun yüksek kan basıncı ile ilişkisi vardır. Eğer böbreklerden biri nakil için bağışlanırsa (unilateral nefrektomi), kalan böbrek buna yanıt olarak büyüme eğilime sahip olur, nefron tübüllerinin proksimalinde sellüler hipertrofi gösterir ve filtrasyon verimini yükseltir.


Böbreğin kanlanması.
Koronal kesitte önemli kan damarlarına ait diyagram görüyoruz. Sağdaki diyagram, böbreğin mikrovasküler kanlanmasına aittir. Pembe kutucuklar arteriyel kan damarlarını ve maviler venöz dönüşü göstermektedir. Mor renkli kutucuklar ve damarlar da geri emilen materyallerin kana tekrar döndüğü bölgeleri temsil etmektedir.

Tıbbî Yaklaşım: Glomerülonefritis

Glomerüllerin enflamasyonuna glomerülonefritis adı verilir. Akut ve kronik olarak gelişebilmekte olup genellikle humoral immün reaksiyonlardan kaynaklanır. Bu hastalıkta antikor-antijen komplekslerinin glomerüllerde depozisyonu ya da glomerüllerde farklı yerden antikorların glomerüllere bağlanması görülebilir. Kaynağına bakmaksızın biriken immün kompleksler lokal inflamatuvar cevaplarla ortaya çıkar.

Renal Korpüsküller & Kan Filtrasyonu

Nefronlar, renal korpüskül adı verilen bir yapı ile başlar. Renal korpüskül, yaklaşık 200 mikron çapında, glomerüler kapilleri içeren çift duvarlı epitel kapsülle (Bowman kapsülü) çevrili bir yumaktır. İç (visseral) katman glomerül kapillerini yakinen çevreler. Dış (parietal) katman da korpüskülün dış yüzeyini oluşturur. Bu iki kapsüler katmanın arasındaki üriner (kapsüler) boşlukta sıvı yer alır. Her bir renal korpüskül afferent ve efferent arteriyollerin giriş/çıkış yaptığı bölge olan vaskül pol içerir. Ayrıca, korpüskülün devamında tübüler pol adı verilen proksimal kıvrımlı tübüllerin (PCT) başlangıç bölgesini de içerir. Glomerüler kapsülün dış parietal katmanı, dışta bazal lamina ile desteklenen simple skuamöz epitel doku içerir. Tübüler pol civarında epitel doku, skuamözden simple küboidal epitel dokuya dönüşür ve proksimal tübülü oluşturur. Renal korpüskülün visseral katmanı podosit adı verilen stellat epitel hücreler ve filtrasyon fonksiyonu gören kapiller endotel hücreler içerir. Her bir podositin hücre gövdesinden, primer proses çıkar ve bu uzantılar, glomerüler kapillerler boyunca devam eder. Her bir primer proses, pedisel adı verilen ikincil pek çok paralel dallanmalar meydana getirir. Pediseller, kapiler yüzeyini büyük oranda kaplar ve bazal lamina ile bağlantılar oluşturur. Bu sıkı ve birbirinin içine geçmiş durumdaki pedisel yapıları arasında filtrasyon slit porları adı verilen boşluklar bulunur. Porların genişliği yaklaşık 25-30 nanometre boyutundadır. Komşu pediseller arasında köprü görevi yapan slit diyaframlar yer alır. Slit diyafram yapıları, nefrin ve diğer önemli fonksiyonel glikoprotein ve proteoglikanları içeren, özelleşmiş sıkı bağlantılardır. Kapillerin boşluklu endoteli ve çevreleyen podositlerin arasında kalın, glomerüler basement membran (GBM) bulunmaktadır. Bu membran, en önemli filtrasyon bariyerlerinden olup kanı kapsüler boşluktan ayırır. Basement membranda bulunan laminin ve fibronektin podositlerin ve endotel hücre membranlarının integrinlerine, tip IV kollajen örgüsüne ve büyük proteoglikanlara bağlanır. Plazmadan filtre edilen daha küçük proteinler degrede olur, aminoasitler proksimal tübülden geri emilir. Glomerüler membrandaki polianyonik GAGlar oldukça fazla sayıdadır ve negatif yükleri nedeniyle organik anyonların filtrasyonunu engellenmeye eğilimlidir.


Fiksasyon öncesinde karmin boya ile boyanan bir kortikal damarlanma seksiyonu. Küçük interlobular arterler (I) arcuate arterlerden dallanır ve afferent arteriyolleri (A) oluşturur. Afferent arteriyoller glomerüler kapillere kan getirir. Her bir glomerülüs (G) yoğun kapiller ağ içerir ve buradan geçen kan, efferent arteriyollere ulaşır. Efferent arteriyollerden gelen kan buradan peritübüler dallanmalara (PT) geçerek korteks içerisine dağılır. Kan buradan venöz dönüşe girer.

Filtrasyon, aşağıdaki üç yapıyı takiben gerçekleşir:

·         Kan hücreleri ve plateletlerin geçişini engelleyen kapiller endotel fenestrasyonları.
·         GBM (kalın bazal lamina). Bazı büyük proteinlerin ve organik anyonların geçişi engellenir.
·         Pediseller arasındaki filtrasyon slit diyaframları. Küçük proteinlerin ve bazı anyonların geçişi engellenir.

Bu üç aşamalı filtrasyon sonucunda idrar oluşumuna katılacak olan maddeler kandan ayrılır; kan, yoluna efferent arteriyoller ile devam eder.


(a) Renal korpüskül, glomerülüs adı verilen yoğun bir kapiler ağa sahiptir. Bu ağ, glomerüler kapsül ile çevrelenmiştir. Kapsülün iç katmanı podosit adı verilen özel epitel hücreleri barındırır. Podositlerin, pedisel isimli uzantıları bulunur. Kan, glomerülüse afferent/efferent arteriyollerle giriş/çıkış yapar. Süzülen maddeler proksimal convoluted tübülden devam eder.
(b) Mikroskop görüntüsünde renal korspüskülün önemli histolojik yapılarını görmekteyiz. Yoğun bir kapiller ağa sahip olan glomerülüs (G), kapsüller boşluk (CS) ile çevrili olup bu boşluk da Bowman kapsülünün parietal katmanıyla (PL) kaplıdır. Korpüskülün yanında nefronun macula densası (MD), proksimal convoluted tübül (PCT) ve distal convoluted tübül (DCT) seksiyonu görülmektedir.
(c) Kapilleri saran filtrasyon membranında, kapiller fenestrasyonlarda ve filtrasyon slitlerde (pedisellerin arasında) bir basınca maruz kalan kan plazmasından oluşan filtrat, kan plazmasından ayrılarak idrar oluşumuna katılır.
(d) Taramalı elektron mikroskop (SEM) görüntüsünde podosit, pedisel ve glomerüler kapilleri saran prosesleri görüyoruz. (x800)


Glomerüler filtrasyon bariyeri üç katmanlı bir yapıdadır. Bunlar fenestreli kapiller endoteli, glomerüler basement membran (GBM) ve pediseller arası filtrasyon slitleridir. Filtrenin önemli yapıları, bazal lamina ve kapiler endotel hücrelerinin füzyonuyla oluşur.
(a) TEM görüntüsünde iki podositin (PC) hücre gövdesini, kapiller (C) üzerinde pedisel uzantılarını ve kapsüler boşluğu (CS) görmekteyiz. Kapsüler boşluğa filtrat (süzüntü) dolmaktadır. Dikdörtgen çerçeve içine alınan bölge (b)’de detaylandırılmıştır. (x10000)
(b)
Yüksek magnifikasyonda kapiller (C) endoteli (E) içindeki fenestrasyonlar (delikler) (F) ve pediselleri (P) ayıran filtrasyon slitler (FS) kalın basement membranın (BM) üzerinde görülmektedir. (x45750)

(c) Filtrasyon membranından süzülen substanslar. Buradaki diyagram glomerüler filtrasyonun üç kısmını ve önemli fonksiyonlarını özetliyor.

Normal koşullarda, glomerülüse giren kan plazmasının yaklaşık %20’si süzülerek kapsüler boşluğa geçebilir. İlk glomerüler filtrat plazma ile kimyasal açıdan benzer olup protein içeriği bakımından farklılık gösterir.

Tıbbî Yaklaşım: Proteinüri

Diabetes mellitus ve glomerülenefritis gibi hastalıklarda, glomerüler filtre fonksiyonu bozulur ve filtre pek çok proteine geçirimli bir hâl alır. Bunun sonucunda idrarda protein görülür (proteinüri). Proteinüri, potansiyel pek çok böbrek hastalığının bir indikatörüdür.

Her bir glomerülün kapilleri yaklaşık 1 cm total uzunluğa sahip olup özel olarak afferent ve efferent arteriyollerin arasına konuşlanmıştır. Bu özel konum, filtrasyon esnasında basıncın yüksek tutulmasında yardımcıdır. Glomerüler filtrasyon hızı (GFR) nöral ve hormonal girilerle sabit tutulur. Nöral ve hormonal bilgiler, ilgili arteriyollerin kasılmasını düzenleyerek bu bölgedeki kan basıncını regüle eder. Yetişkin ve sağlıklı bir bireyde toplam glomerüler filtrasyon alanı yaklaşık olarak 500 cm2 ölçülmüş olup GFR değeri de yaklaşık olarak 125 mL/dk ya da 180 L/gün’dür. Vücutta sirkülasyon hâlinde bulunan kan plazmasının total değerinin yaklaşık 3 L olduğunu göz önünde bulundurursak, böbreklerin gün boyunca tüm kanı tamı tamına 60 kez süzdüğünü iddia edebiliriz.

Kapiler endotel hücreler ve podositlere ek olarak renal korpüsküller mezanjiyal hücreler (Gr. mesos, ortada,  angion, damar) adı verilen, birçoğu kontraktil özellikleri ve eksternal lamina komponentleri üretme bakımından vasküler perisitlere benzeyen hücre tiplerine sahiptir. Esasında mezanjiyal hücreleri rutin seksiyonlarda podositlerden ayırabilmek güçtür; ancak bu hücreler genellikle daha yoğun renkte boyanır. Bu hücrelerin matriksi, mezanjiyum içerir. Mezanjiyum podositlerde bulunmaz. Mezanjiyumun temel fonksiyonları aşağıda sıralanmıştır:

·         Kapillere fiziksel destek
·         Kan basıncı değişikliklerine cevap olarak kontraksiyonun düzenlenmesine, yani optimal filtrasyona yardımcı
·         Protein birikintilerinin fagositozu, patolojik koşullarda biriken antijen-antikor komplekslerinin temizlenmesi
·         Sitokin, prostaglandin ve immün yanıtta yardımcı diğer faktörlerin sekresyonu
·         Glomerüllerin onarımı


Mezanjiyumun yapısı.
(a) Diyagram renal korpüsküldeki mezanjiyal hücrelerin kapiller arasındaki lokasyonunu gösteriyor. Mezanjiyal hücrelerin olduğu bölgelerde podosit proseslerinin bulunmadığına dikkat ediniz. (b) TEM görüntüsünde bir mezanjiyal hücre (MC), onu çevreleyen mezanjiyal matriks (MM) görülüyor. Bu matriks basement membrana (BM) benzer olup pek çok bölgede bu membranla devamlıdır. Mezanjiyal matriks podositlerin bulunmadığı yerlerde kapilleri destekler. Mezanjiyal hücreler, yukarıda oklarla gösterilen yerlerde kontraktil uzantılara sahiptir ve bu prosesler glomerüllere kan akışının regülasyonunda yardımcı olur. Bazı mezanjiyal prosesler endotel hücreleri (EC) arasından geçerek kapiller lümene girebilir (yıldızla gösterilen yerler). Bu lokasyonda lümene giren uzantılar, protein agregalarını endositozla temizleme görevini üstlenebilir. Soldaki kapiller bir eritrosit (E) ve lökosit (L) barındırmaktadır. Podositler (P) ve pediseller (PD) üriner boşluğa (US) açılır ve mezanjiyal hücrelerle kaplanmamış kapiller yüzeyleriyle ilişkilidir. (x3500)

Proksimal Kıvrımlı Tübül (PCT)

Nefron tübülü ve toplayıcı sistemin pek çok bölgesine ait hücreler suyu ve elektrolitleri reabsorbe eder; fakat diğer aktiviteler spesifik tübüler bölgelerde kesintiye uğrar. Renal korpüskülün tübüler polünde kapsülün parietal katmanının simple skuamöz epiteli proksimal kıvrımlı tübülün (PCT) simple küboidal epiteliyle devamlıdır. Bu uzun ve kıvrımlı tübüller korteksin büyük bir kısmını doldurur. PCT hücreleri reabsorpsiyon ve sekresyonda özelleşmiştir. Su ve elektrolitlerin yarısından fazlası ile organik besleyiciler (glikoz, aminoasitler, vitaminler…) renal korpüskülde plazmadan süzülür ama PCT’de geri emilir. Bu moleküller tübüler duvardan doğrudan geçer ve peritübüler kapiller civarındaki plazmaya katılır.

Transsellüler reabsorpsiyon hem aktif hem pasif mekanizmalar içerir. Bu geri emilim olayı transmembran iyon pompaları, iyon kanalları, transporterlar, enzimler ve taşıyıcı proteinler gibi pek çok molekülle gerçekleştirilir. Su ve bazı belirli solütler de pasif olarak osmotik gradiente uygun olarak parasellüler transport olayıyla geçebilir. Süzüntüdeki küçük proteinler ya reseptör kullanılan endositozla ya da küboidal hücrelerde ve lüminal yüzeyde proteazlar yardımıyla degrede olarak emilebilir. İki durumda da kapillerlerden emilmek üzere bazolateral hücre yüzeylerinde aminoasit salınımı olmaktadır.

Organik anyon ve katyonlar filtredeki polianyonlar veya plazma proteinlerine bağlanma nedeniyle renal korpüskülden süzülmez.  Organik anyon ve katyon taşıyıcıları böbrekte glomerüler filtrasyonda olandan daha hızlı bir şekilde bu substansların atımını sağlar. Çünkü bu moleküller safra tuzları ve kreatinin gibi önemli molekülleri kapsar ve birçok antibiyotik ya da diğer ilaçları da içerebilir. Tübüler sekresyon adı verilen bu süreç, ilaçların vücuttan uzaklaştırılması için oldukça öneme sahiptir. Proksimal tübül hücreleri merkezî bir nükleus ve yoğun mitokondriden ötürü asidofilik sitoplazmaya sahiptir. Hücre apeksi belirgin bir brush border tabakası oluşturan çok sayıda mikrovillüsten meydana gelir. Bu mikrovillüs katmanı, reabsorpsiyon işlevini üstlenir. Hücrelerin büyük olmasından dolayı, PCT hücrelerinin her birinin transvers kesitinde 3-5 adet nükleus görülür. Bu hücreler çok çekirdeklidir. Rutin histolojik preparasyonlarda uzun brush border tabakası disorganize olmuş olabilir; bu durumda bu tabaka belirgin ayırt edilemez hâle gelir. Peritübüler kapillerler konnektif doku interstisyumlarında bol bulunur; bunlar korteksin yaklaşık %10’unu doldurur. Bu hücrelerin apikal sitoplazması, mikrovillüslerin tabanının yanında çok sayıda vezikül içerir. Bu veziküllerin, ilgili hücrelerin endositoz ve pinositoz aktivitesini gösterdiği bilinmektedir. Bu veziküller küçük, lizozomda degrede olan, reabsorbe edilmiş proteinlerle sirkülasyona katılan aminoasitleri içerir. Proksimal tübüler hücreler ayrıca çokça uzun bazal membran invajinasyonlarına sahip olup komşu hücrelerle de lateral bağlantılar içerir. Hem “brush border” tabakası hem de bazolateral katlantılar çok sayıda ve çeşitli transmembran protein barındırır. Bu proteinler, tübüler reabsorpsiyon ve sekresyon olaylarında görevlidir. Bazal invajinasyonlar boyunca konuşlanan mitokondriler, lokal olarak bu membran proteinlerine ATP desteği ile aktif transportun gerçekleşmesini sağlar. Lateral membranlardaki yoğun interdijitasyonlar nedeniyle proksimal tübül hücrelerinin net sınırları ışık mikroskobu altında güçlükle ayırt edilebilmektedir. Bu hücrelerin esas görevi olan reabsorpsiyon ve sekresyon dışında, hücrelerin D vitamini hidroksilasyonu gerçekleştirdiği rapor edilmiştir. Ek olarak kortikal alanlardaki interstisyal hücreler (proksimal tübüllerin yanında), oksijen oranının uzun süreli lokal olarak düştüğü bölgelerde eritropoietin üretir.


(a)   Mikroskop görüntüsünde, renal korpüskülün tübüler polü (TP) görülmektedir. Bu yapı proksimal kıvrımlı tübülün (P) simple küboidal epitel hücreleri ve kapsülün parietal tabakasının simple skuamöz epiteli arasında yer alır. Glomerülüs (G) ve parietal tabaka arasındaki üriner boşluk (U) proksimal tübüllerin lümenine drene olur. Proksimal tübül lümeni, brush border ve bu yapıdaki proteinler nedeniyle dolu gibi gözükmektedir. Tersine, distal kıvrımlı tübüldeki (D) lümense boş gözükür, çünkü burada brush border ve buna bağlanan proteinler bulunmaz.
(b)   Burada yoğun bir vaziyette peritübüler kapillerler ve oklarla gösterilen venülleri görmekteyiz. Venül yapıları, proksimal (P) ve distal (D) kıvrımlı tübüller sarar şekildedir. (İki görüntü de x400, H&E)

Tıbbî Yaklaşım: Diyabetik Glomerüloskleroz

Diyabetik glomerüloskleroz, diabetes mellitus’taki mikrovasküler sklerozun bir parçası olarak GBM’de fonksiyon kaybı yaratan kalınlaşma ile karakterizedir. Bu koşulda böbrekler irreversibl olarak kaybedilebilir; hastaya böbrek transplantı ya da yapay diyaliz işlemi gerekmektedir.

Henle Kulpu

PCT oldukça kısa proksimal düz tübülle devam eder. Bu kısa tübüller de medullaya girer ve nefronun Henle kulpu ile devamlıdır. Henle kulpu, ince descending kol ve ince ascending koldan oluşan, U-şekilli bir yapıdır. Bu iki kol da simple skuamöz epitel ile kaplıdır. Proksimal düz tübüller, dışta yaklaşık 60 mikron çapındadır; fakat Henle kulpuna giriş yapılan kısımda bu çap 30 mikrona kadar düşer. İnce ascending kol, yukarı devam ederek kalın ascending kolu (TAL) oluşturur. Kalınlaşan kolun epiteli, simple küboidal epiteldir ve burada pek çok mitokondri bulunur. Kalın ascending kol, dış medulla ve glomerülüsün yanında, arteriyollerle kontakt yaptığı macula densaya kadar uzanır.

Henle kulpu ve onu çevreleyen interstisyal konnektif doku, süzüntünün tuz (iyon) kontentini ayarlamada önemlidir. Kulpun TAL dokusunun küboidal hücreleri, hyalüronattan zengin interstisyuma, konstantrasyon gradientine karşı olarak sodyum ve klor iyonlarını aktif transport ile atar. Bu mekanizmada, küboidal hücrelerin mitokondriden zengin sitoplazmanın önemi vardır. Bu işlem sonrasında interstisyum, hiperosmotik hâle gelir. Bunun sonucunda kulptaki süzüntünün derişimi de pasif olarak artar. İnce ascending kollar sodyum klorürü (NaCl) reabsorbe eder; ancak bu kollar suya geçirimsizdir. Süzüntünün iki paralel ince koldaki karşıakımı (descending’ten ascending’e) medullar piramitlerin interstisyumunda osmolarite gradienti meydana getirir. Bu etki, medullanın derinlerinde daha belirgindir. Vasa rectanın descending ve ascending kulplarındaki kanın karşıakımı da hiperozmotik interstisyumun korunmasına yardımcı olur. Piramit başlarındaki isterstisyel osmolarite kandan yaklaşık 4 kat fazladır.


Tübüller, Henle kulpu ve toplayıcı kanal illüstrasyonları


TEM görüntüsünde proksimal kıvrımlı tübüllerin bazı önemli özelliklerini görmekteyiz. Bunlar uzun, yoğun apikal mikrovillüsler (MV), lizozomların yakınlarında apikal bölgelerdeki yoğun endositotik veziküllerdir (V). Küçük proteinler pinositozla hücre içine alınır, lizozomlarda degrede olur ve bazalden aminoasitler salınır. Komşu hücrelerin apikal uçları zonula occludenslerle kapalıdır; ancak bazolateral taraflar uzun invajine katlantılarla karakterize olup bu bölgede yoğun bir şekilde mitokondri (M) bulunur. PCTlerden salınan su ve diğer küçük moleküller hemen peritübüler kapillerlere geçer (C). Tübülün basement membranı ve kapiller arasında bu görüntüde fibroblast (F) uzantıları vardır. (x10500)

Tıbbî Yaklaşım: Orak Hücre Nefropatisi

Orak hücre nefropatisi, orak hücreli anemi nedeniyle rastlanan en yaygın problemlerdendir. Orak hücreli anemide karşımıza çıkan fonksiyonu ve biçimi bozuk eritrositler vasa rectaya geldiğinde, bu bölgenin oksijen oranı düşük olduğundan bu sorunla karşılaşırız. Nefropati sonucunda renal piramit ve papillalarda renal enfarktüsler gelişir.

Distal Kıvrımlı Tübül & Jukstaglomerüler Aparat

Nefronun ascending kolu kortekse girdiği ve macula densayı oluşturduğu bölgede düzdür; distal kıvrımlı tübüllere (DCT) geldiğinde ise kıvrılır. Bu bölgede, proksimalde olduğundan daha az tübüler reabsorpsiyon gerçekleşir. Distal tübülün simple skuamöz epiteli proksimalin skuamöz epitelinden belirli noktalarda ayrılır. Bu farklılıklara örnek olarak distalde daha küçük epitel hücreleri, brush border (mikrovillüs tabakası) bulunmaması ve daha boş görünen lümen verilebilir. Çünkü distal kıvrımlı tübül hücreleri daha düz formludur ve tipik seksiyonlarda daha fazla nükleus görülür. Bu hücreler ayrıca proksimaldeki hücrelerden daha az mitokondriye sahiptir; bu durum distal hücrelerin daha az asidofilik olduğu gösterir. Na+ absorpsiyonu hızı burada, adrenal bezlerden salgılanan aldosteron hormonuyla regüle edilir.

Renal korpüskülün vasküler polündeki arteriyollerle kontakt kuran düz distal tübül, burada daha kolumnar ve sıkı paketlenmiş bir forma girer, buna macula densa adı verilir. Bu jukstaglomerüler aparat (JGA) denen özelleşmiş duyu yapısının bir parçası olup glomerüler kan akışını ve glomerüler filtrasyonu düzenler. JGA Macula densa hücreleri tipik olarak apikal nükleus, bazal Golgi kompleksi ve çeşitli iyon kanallarıyla transport sistem elemanları içerir. Macula densanın komşuluğunda afferent arteriyollerin tunica media hücreleri de jukstaglomerüler granüler (JG) hücreler olarak özelleşmiştir. Bu hücreler daha sekretör fenotipli hücreler olup yuvarlak nükleus, granüllü endoplazmik retikulum, Golgi kompleksi ve renin moleküllü zimogen granülleri içerir. Ayrıca vasküler polde lacis hücreleri yer alır. Bunlar ekstraglomerüler mezanjiyal hücreler olup destekleyici ve savunucu görevleri vardır.

Artan arteriyal basınç, glomerül kapilerlerindeki basıncı da artırır. Bunun sonucunda GFR artar. Yüksek GFR nefron TAL’ında yüksek luminal Na+ ve Cl- konsantrasyonuna neden olur. Lümendeki artan iyon konsantrasyonu bu hücrelerin ATP, adenozin ve diğer vazoaktif bileşiklerin salınımını uyarır ve afferent arteriyolün kontraksiyonu gerçekleşir. Neticede glomerüler basınç ve GFR düşer. Düşen basınç, bir seviyeden sonra vazokonstriktörlerin salınımını engelleyerek basınç dengelenir.
Düşen arter basıncı JGA’nın otonomik stimülasyonunu sağlar. Bu işlev, bölgedeki lokal baroreseptörler vasıtasıyla gerçekleştirilir. Baroreseptörlerin uyarımıyla, JG hücrelerinden kana renin salıverilir. Kandaki renin, bir plazma proteini olan anjiyotensinojeni anjiyotensin I’e çevirir. Akciğer kapillerindeki anjiyotensin-dönüştürücü enzimler (ACE) de anyijotensin II oluşumunu sağlar. Anjiyotensin I, damarlar üzerinde inaktif iken, anjiyotensin II formu potansiyel bir vazokonstriktördür. Damarları daraltarak sistemik kan basıncını artırır, bu durum da adrenallerden aldosteron salınımını indükler. Aldosteron distal kıvrımlı tübüller ve toplayıcı kanallarda sodyum ve su reabsorpsiyonunu sağlar; bu durum da kan hacmini artırarak kan basıncının yükselmesine yardımcı olur.


(a) Mikroskop görüntüsünde medüller piramit transvers kesilmiştir. Elde edilen görüntüde pek çok Henle kulpunun kesiti, descending ve ascending kollar (T), kalın ascending (A), vasa recta kapilleri (C) ve toplayıcı kanal (CD) belirgindir. Tüm bu strüktürler hidrofilik hyalüronattan zengin matrikse sahip bir interstisyum (I) içerisindedir. Interstisyal dokunun bu özel doğası farklı iyon ve su konsantrasyonlarında nefron içerisindeki süzüntünün ve kan basıncının regülasyonunun sağlanmasında yardımcıdır. (x400, Mallory trichrome)
(b)
TEM görüntüsünde interstisyumun (I) fibröz yapısı ve ince kolların simple skuamöz epiteli (T) görülmektedir. Ayrıca onlardan biraz daha kalın olarak görülen vasa recta kapilleri belirgindir (C). (x3300)

Toplayıcı Kanallar

Nefronların son partı, connecting tübüller, süzüntüyü toplayıcı sisteme getirir. Toplayıcı kanallara dökülen filtrat, buradan minör kalikslere gelir. Bu aşamada, eğer vücuda su gerekiyorsa bir miktar reabsorpsiyon gerçekleşebilir. Connecting tübüller her bir nefrondan, bazıları da medullary rayde birleşerek toplayıcı kanalları meydana getirir (Bu kısmın genel illüstrasyonu yukarıda verilmiştir.). Toplayıcı kanallar simple küboidal epitelden meydana gelip yaklaşık 40 mikron çapındadır. Dış medullada bu kanallar daha büyük ve düz toplayıcı kanallar meydana getirir (Bellini kanalları). Bellini kanalları medüller piramitlerin uçlarına ulaşırken, epitel doku da artan bir şekilde kolumnar hâl alır, bu arada kanalın çapı da 200 mikrona kadar çıkar. Piramitlerin apeksinde birkaç toplayıcı kanal, papiller kanal oluşturmak üzere birleşir. Papiller kanallar, idrarı minör kalikse getirir. Medüller toplayıcı kanallar, Henle kulpunun kolları ve vasa rectaya paralel uzanır. Toplayıcı kanallar temel olarak solgun boyanan principal hücrelerden oluşur. Principal hücrelerin seyrek mikrovillüsleri (belirgin olmayan brush border tabakası), az sayıda organeli ve belirgin hücre sınırları vardır. Bu hücrelerin, iyon transportu fonksiyonlarıyla tutarlı olarak bazal membran katlantıları olduğu görülebilir. Ek olarak mikrovillüsler arasında primer siller bulunabilir. Medüller toplayıcı kanallar, filtrattan su absorpsiyonunun olduğu son kısımdır. Principal hücreler özel olarak aquaporinden zengindir. Aquaporinler, su moleküllerinin membrandan transportu için özelleşmiş proteinlerdir; fakat bu hücrelerin aquaporinleri çok büyük oranda membranöz sitoplazmik veziküllerde bulunur.

Antidiüretik Hormon (ADH ya da Vazopressin), pitüiter bezden vücut dehidrasyonu koşullarında salınır. ADH toplayıcı kanalları suya daha geçirgen hâle getirerek ve osmotik olarak filtrattan su çekerek suyun geri emilimini artırır. Bazolateral hücre yüzeylerindeki ADH, ADH reseptörleri ile aquaporin içeren veziküllerin apikal (luminal) membrana hareketini stimüle eder, membran kanalı sayısı artarak dıştaki su hücreye girmeye başlar. Interstisyumun yüksek osmolaritesi de toplayıcı kanallardan pasif olarak suyun çekilmesine neden olup filtratı koyulaştırır. Böylece vücuttaki su korunur.

Principal hücreler arasında nispeten yoğun renkte görünen interkalar (IC) hücreler bulunmaktadır. Bu hücrelerde yoğun mitokondri ve apikal katlantılar vardır. Interkalar hücreler, kısmen DCT hücrelerinde de bulunabilmektedir. Bu hücrelerin başlıca görevi H+ ve HCO3- salarak asit-baz dengesini korumaktır.


Jukstaglomerüler Aparat (JGA) mikroskop görüntüsü. JGA nefronun distal tübülü (D) ve glomerülüsün vasküler polü (G) arasındaki bir kontakt noktası oluşturur. Bu noktada distal tübül hücreleri daha kolumnar ve kalındır; buna macula densa (MD) denir. Afferent arteriyollerin (AA) tunica mediasındaki düz kas hücreleri jukstaglomerüler hücreler biçiminde kontraktil özellikten sekretör özelliğe doğru morfoloji değiştirir. Burada ayrıca Lacis hücreleri (L) bulunur; bu hücreler ekstraglomerüler mezanjiyal hücreler olup macula densanın, afferent arteriyolün ve efferent arteriyolün (EA) komşuluğundadır. Bu örnekte proksimal tübül (P) lümeni dolu, üriner boşluk da (US) şişkin görünmektedir. (x400, Mallory trichrome)

Tıbbî Yaklaşım: Böbrek Taşı

Üreterleri tutan yaygın bir problem, renal pelvis ya da kalikslerde oluşup üreter yolunu tıkayan böbrek taşlarıdır (renal kalkülüs). Böbrek taşı içeriği kalsiyum tuzları (okzalat, fosfat) veya ürik asit olabilmektedir. Ürik asitten kaynaklanan taşlar genellikle düz ve küçük olurken kalsiyum taşları daha büyük olup mukozayı zedeleyebilir. Böbrek taşları genellikle asemptomatiktir, oluşum esnasında herhangi bir ağrı olmadığı için onları tespit etmek zordur. Ancak taş oluştuktan sonra taşın renal pelvisten üretere doğru gidip burada yolları tıkaması, bireye, tıkanıklığın olduğu tarafta çok büyük bir ağrı verir. Böbrek taşı problemleri cerrahî operasyonla ya da ultrasonik şok dalgalarıyla taşların kırılması suretiyle çözülebilmektedir. Bu işlemler, böbrekte sıklıkla hasara neden olmaktadır.

Üreterler, İdrar Kesesi & Üretra

İdrar, renal pelvisten idrar kesesine (mesane) üreter yoluyla taşınır. İdrar, idrar kesesinde üretra yoluyla atılana dek, geçici olarak depolanır. Kaliksler, renal pelvis, üreter ve idrar kesesi kısmen benzer histolojik yapılara sahiptir; ancak saydığımız yapılar boyunca duvarlar dereceli olarak kalınlaşır. Bu organların mukozası stratifiye transisyonel epitel ile kaplıdır. Bu epitele özel olarak ürotelyum da denir. Bu epitelin hücreleri üç katmanda organizedir:

·         Oldukça ince basement membran üzerinde uzanan küçük bazal hücrelerin tek katlı katmanı
·         Bir ya da birkaç kolumnar hücre tabakasından oluşan ara bölge.
·         Oldukça geniş, soğan şekilli umbrella (şemsiye) hücrelerinden oluşan süperfisyal tabaka (Bu hücreler bazen iki ya da daha çok çekirdekli olup kapladığı alt tabakanın uğrayabileceği muhtemel sitotoksik etkilere (örneğin hipertonik idrar) karşı oldukça özelleşmiş hücrelerdir.)

Umbrella hücreleri özellikle idrar kesesinde daha gelişmiştir, idrarla temas hâlinde olan yüzeyde ise maksimum sayıdadır. Yaklaşık 100 mikron çapa ulaşabilen bu hücreler yoğun intrasellüler bağlantı kompleksleri ve özgün apikal membran içerir. Apikal yüzeyin neredeyse tamamı asimetrik ünit membranlardan oluşur. Bu bölgeler uroplakin adı verilen proteinleri içeren lipid yapıları içerir. Uroplakinler, paracrystalline plaklar içerine monte hâldedir. Bu membranöz plaklar suya geçirimsizdir. Plaklar birlikte membranın daha dar bölgeleri tarafından açılıp kapatılabilir. İdrar kesesi boşaldığında mukoza hücreleri yoğun bir şekilde kıvrımlar yapar; ancak umbrella hücreleri apikal yüzey alanlarını membranlarını katlayarak ve veziküller oluşturarak azaltır. İdrar kesesi tekrar dolduğunda diskoid veziküller apikal membranlara katılır, yüzey alanı artar. Ürotel incelir, artan idrar hacmine paralel olarak epitel hücreleri akodomasyona uğrar.

Ürotelyum kıvrımlı lamina propria ve submucosa ile sarılır, bunu adventisya tabakası ve düz kas hücreleri takip eder. İdrar renal pelvisten idrar kesesine doğru üreterlerin peristaltik hareketleriyle iletilir.

İdrar kesesinin lamina propriası ve submukozanın dense irregular konnektif dokusu oldukça vaskülerizedir. Yetişkin ve sağlıklı bir bireyde idrar kesesi yaklaşık 500 mL idrarı depolayabilir. 150 – 500 mL idrar varlığında idrarı atmaya yönelik baskı hissedilir. Muscularis tabakası, detrusor kas adı verilen üç katmanlı bir kas yapısından oluşur ve bu kaslar idrar kesesini boşaltacak kaslardır. Üç katmalı kas yapısı, en rahat üretranın yanındaki idrar kesesi boynunda gözlenir. Üreterler idrar kesesi boyunca oblik olarak geçer ve idrarın geriye dönmesini engelleyen yapılar barındırır. İdrar kesesinin üst kısmı dışındaki tüm idrar pasajları dıştan advestisyal tabaka ile çevrilidir. İdrar kesesinin üst kısmı ise seröz periton ile örtülüdür.

Üriner sistemden sıvı akışı.
(a) Filtrat akışını gösteren toplayıcı kanal ve nefron diyagramı.
(b) Filtrat minör kalikse geldiğinde artık herhangi bir reabsorpsiyon ya da sekresyon olayı görülmez. Bu nedenle kalikse gelmiş süzüntüye idrar adı verilir. Kalikslerdeki idrar renal pelvise pasif olarak geçer; ancak idrar kesesine ulaşana dek üreterlerde peristaltik hareketlerle aktarılır. Burada geçici olarak depo edilen idrar, belli bir miktarın üzerine çıktıktan sonra uyarı ile üretradan vücut dışına atılır.  


Toplayıcı kanalları mikroskobik görüntüsü. Kolumnar principal hücreler (ADH tarafından regüle edilen aquaporinlerle su emilimi sağlayan hücreler) toplayıcı kanallar (CD) üzerinde görülüyor. Dışarıda vasa rectalı (VR) interstisyum bulunmaktadır. (x600, PT)



Tıbbî Yaklaşım: Piyelonefrit

Üriner traktın bakteriyel enfeksiyonu, kalikslerin ve renal pelvisin iltihaplanmasına yol açabilir; buna piyelonefrit adı verilir. Akut piyelonefritte bakteriler sıklıkla bir ya da daha fazla minör kaliksten ilgili renal papillalara ulaşır, bu koşullarda toplayıcı kanallarda yoğun bir biçimde nötrofil akümülasyonu gözlenir.


Renal papillanın (RP) sagittal seksiyonu çok sayıda toplayıcı kanal ve Bellini kanallarını gösteriyor. Bu yapılardaki süzüntü, neticede minör kalikse (MC) ulaşır. Kaliks mukozası burada mavi boyanmış olan dense konnektif doku ve adipoz doku (A) içerir. Kanallar inerstisyal doku içerisine gömülü olup ayrıca Henle kulpu ve ince kollar görünmektedir. (x50, Mallory Trichrome) Ek: Yakınlaştırılmış alanda toplayıcı kanalların kolumnar epiteli (C), interstisyum (I), ince kollar (T) ve minör kaliks üzerinde uzanan koruyucu ürotelyum (U) görülmektedir. (x200)

Tıbbî Yaklaşım: Sistit


Sistit, idrar kesesi mukozasının iltihaplanması olup bu organı tutan en yaygın problemlerdendir. Bu iltihaplanma üriner trakt enflamasyonlarında yaygın olarak görülür; ancak immünyetmezlik, üriner katheterizasyon, radyasyon ve kemoterapi gibi nedenlere de sahip olabilir. Kronik sistit stabil olmayan ürotelyuma da neden olabilir. Bu durumda ürotelyumda hiperplazi ve metaplazi gibi iyi huylu birtakım değişiklikler olabilir. İdrar kesesi kanseri ise, ürotelyumdaki hücre karsinomlarıdır. 

Üretra, idrar kesindeki idrarı dış çevreye atan tüp yapısıdır. Üretral mukoza belirgin longitudinal kıvrımlar içerir ve bu özgün yapı, alınan mikroskobik örneklerde üretranın ayırıcı özelliğini oluşturur. Erkeklerde ejakülasyonda sperm transportu için prostat bezinde iki kanal üretraya katılır. Erkek üretrası daha uzundur ve üç segmentten meydana gelir:

·         Prostatik üretra: 3-4 cm uzunluğun olup prostat bezi boyunca uzanır. Ürotelle kaplıdır.
·         Membranöz üretra: kısa segmenttir. Ekternal sfinkter boyunca geçer ve stratifiye kolumnar ile psödostratifiye epitel içerir.
·         Spongy üretra: yaklaşık 15 cm uzunluğundadır. Penisin erektil dokusu içine girer. Stratifiye kolumnar ve psödostratifiye kolumnar epitele sahiptir. En uçta ise stratifiye skuamöz epitel barındırır.

Kadınlarda üretra bütünüyle üriner organdır. Kadın üretrası yaklaşık 4-5 cm uzunluğunda olup baş kısmında transisyonel epitel, ardından stratifiye skuamöz epitelden oluşur. Bazı bölgelerde psödostratifiye kolumnar epitel bulunur. Kadın üretrasının orta kısmında eksternal çizgili kas sfinkteri bulunur.



(a)   Üreter kross seksiyon diyagramı longitudinal kıvrımlı mukozanın karakteristiklerini yansıtmaktadır. Bu mukoza peristaltik hareketlerle idrarı mesaneye aktaran kalın muscularis tabakasıyla çevrelenmiştir. Lamina propria özgün stratifiye epitel ile çevrilir. Bu epitele transisyonel epitel ya da ürotelyum denir. Ürotel tabakası hipertonik idrarın olası zararlı etkilerine karşı dayanıklıdır.
(b) Histolojik olarak muscularis (Mu) tabakası mukozadan (M) ve adventisyadan (A) kalındır. (x18, H&E)


(a) İdrar kesesinin boyun kısmında, üretranın yanında, duvar dört katmanlı yapı gösterir: ürotelli mukoza (U), lamina propria (LP), ince submukoza (S), düz kas tabakaları (iç, orta, dış)(IL, ML, OL) ve adventisya (A). (x15, H&E)
(b) İdrar kesesi boşken mukoza belirgin şekilde kıvrımlıdır ve ürotelyum (U) şişkin umbralla hücrelerine sahiptir. (x250, PSH)
(c)
İdrar kesesi dolu iken mukoza düz görünür, ürotelyum (U) incelir ve umbrella hücreleri düzleşir. (x250, H&E)


Üretra, idrar kesesindeki idrarı vücut dışına atan fibromusküler tüptür.
(a) Transvers kesitte lümen (L) etrafında longitudinal kıvrımlı mukozayı görüyoruz. (x50, H&E)
(b)
Soldaki görüntüde işaretlenen alanın daha yüksek magnifikasyonunda ise üretral epitelin (E) stratifiye kolumnar yapısını görüyoruz. Bu kalın epitel örtü bazı yerlerde psödostratifiye kolumnar hâlini alabilir; fakat distalde üretra muhakkak stratifiye skuamöz epiteldir. (x250, H&E)

Tıbbî Yaklaşım: Üriner Trakt Enfeksiyonları
Üriner trakt enfeksiyonları genellikle Chlamydia isimli bakteriden kaynaklanır. Sıklıkla üretrit görülür ve kadınlarda çoğunlukla kısa üretra nedeniyle sistit rastlanır. Bu enfeksiyonlar genellikle idrar yapmada zorluk ve sık idrara çıkma sorunlarıyla birlikte gelir. Üretrit, ürinasyon esnasında şiddetli ağrıya neden olabilir (disüri).

Hazırlayan: Necdet Ersöz (Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi)

Referanslar:

Anthony L. Mescher, Junqueira’s Basic Histology Text & Atlas, 13th Edition, McGraw-Hill Education, 2013


Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı olmuş teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. çok faydalı olmuş hocam. Emeğiniz için çok teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Görüş, öneri, soru ve eleştirilerinizi lütfen bildiriniz. Yapıcı yorumlar değerlendirilecek; kişilik saldırıları ve üslûp hataları engellenecektir.

Diğer makalelerimizi kaçırmayın

Toraks Duvarı Kasları ve Fasyaları

Toraks Duvarının Damarları