GENEL KİMYA
ATOM, ELEMENT, MOLEKÜL, BİLEŞİK
KAVRAMLARI
Necdet Ersöz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Atom
ve Atom Kuramı
Atomlar,
basitçe maddenin kimyasal olarak birleşebilen, en küçük yapı birimidir. “Atom”
kavramının ortaya atılması, sanıldığının aksine son birkaç yüzyıla değil, çok
daha eskiye, Antik Yunan filozoflarına dek gitmektedir. MÖ 5. Yüzyılda Yunan
filozof Demokritos, tüm maddelerin, bölünemeyen
veya ayrılamayan anlamındaki atomos olarak adlandırılan çok küçük
taneciklerden oluştuğunu öne sürmüştür. Günümüzde kullanılan atom tanımı bu dönemden gelmektedir.
Demokritos’un bu fikri, çağdaşları ve sonrasında gelen Platon ve Aristo gibi
filozoflarca sıklıkla eleştirilmiş, fakat özellikle materyalist ve Atomist düşünürlerce
günümüze dek getirilmiştir. Modern kimya çalışmaları, bu atom kavramının üzerine deneysel çalışmalar neticesinde farklı
bilgiler eklemiştir. Bugün atom adını verdiğimiz, maddenin en temel yapı birimi
olarak partiküllerin modern dönemdeki ilk tanımı J. Dalton tarafından 1808
yılında yapılmıştır. Bu Dalton atom tanımı, atoma yönelik modern kuramlar
zincirini başlatmakla birlikte, modern kimyanın da başlangıcı sayılmaktadır.
Dalton
Atom Kuramı:
1. Elementler,
atom adı verilen küçük ve bölünemeyen taneciklerden oluşur.
2. Bir
elementin tüm atomları kütle, boyut, hacim gibi özellikler açısından birbirinin
aynısıdır. Farklı elementlerin atomları da farklıdır.
3. Bileşikler
birden çok elementin atomlarından oluşur. Herhangi iki elementin atomlarının
sayılarının oranı bir tam sayı ya da basit kesirdir.
4. Kimyasal
tepkimeler atomların birbirinden ayrılması ya da birbiriyle birleşmesi sonucu
meydana gelir. Atomlar yok olmaz.
Dalton
Atom Kuramı, Antik dönemdeki tanımdan çok daha ayrıntılı ve doğru bir içeriğe
sahiptir, ancak günümüz kimyasında eksik ya da hatalı olduğu bazı noktalar
tespit edilmiştir. Dalton’un atom varsayımlarında, kendisinden önce, 1799
yılında Joseph Proust’un Sabit Oranlar
Yasası’ndan yararlandığı söylenebilir. Bu yasaya göre, bir bileşiğin farklı
örneklerinde bileşiği oluşturan elementler daima aynı, sabit bir oranda
bulunurlar. Örneğin farklı kaynaklardan alınan karbondioksit gazı örneklerinin
hepsinde karbon/oksijen oranının sabit olduğunu buluruz. Bu yasa günümüzde
geçerliliğini korumaktadır. Dalton’un üçüncü varsayımı, yine kendi ismiyle
anılan Katlı Oranlar Yasası’yla
paraleldir. Bu yasaya göre iki element, birden fazla bileşik oluşturarak
birleşebilirse, bir elementin belli bir kütlesi ile diğer elementin farklı
kütleleri arasında tam sayılı bir oran vardır. Bu bileşiklerde birleşen
elementlerin atomlarının sayısı farklıdır. Örneğin karbonmonoksit (CO) ve
karbondioksit (CO2) bileşiklerini incelediğimizde, iki bileşikteki
sabit bir miktar karbon için, bileşiklerdeki karbon atom ya da kütleleri
oranının ½ olduğu görülür. Bu sonuç Katlı
Oranlar Yasası’nı açıklamaktadır. Dördüncü varsayımda da 1792 yılında
Lavoisier tarafından bulunan Kütlenin
Korunumu Kanunu’nun bir yansıması görülmektedir. Einstein’a göre kütle ve
enerji kütle-enerji adı verilen tek bir maddenin farklı biçimleridir. Kimyasal
tepkimeler ısı ya da diğer enerji türlerinin değişimi ile gerçekleşir, bu
nedenle tepkimede enerji kaybı oluyorsa kütle kaybı da olur. Çekirdek
tepkimeleri dışındaki kimyasal tepkimelerde kütle değişimi önemsenmeyecek
derecede küçüktür. Bu nedenle kütlenin korunduğu teoride kabul edilir. Dalton’un
atom üzerine varsayımları, sonraki yüzyılda modern kimyanın itici gücünü teşkil
etmiştir.
Atomun Yapısı
Atom,
bir elementin kimyasal olarak birleşebilen temel birimi olarak tanımlanabilir.
Uzun bir süre bu atomun, asla bölünemeyecek olduğu düşünülmüştür. Ancak 1850li
yıllardan günümüze dek uzanan deneysel çalışmalar eşliğinde, atomun
bölünebileceği ve atom altı parçacıkların varlığı anlaşılmıştır.
Elektron
1890larda
birçok bilim insanı radyasyon üzerine
çalışma yapmıştır. Radyasyon temel olarak, enerjinin uzayda dalgalar halinde
yayılması ve iletimidir. Bu araştırmalar, atom ve atom altı taneciklerin
anlaşılmasında önemli rol oynamıştır. Bu radyasyon deneylerinde kullanılmış
olan en basit araçlardan biri, günümüzde tüplü televizyonlarda da kullanılan
katot ışınları tüpüdür. Crookes tüpü
olarak da bilinmektedir. Tüpün havası neredeyse tamamen boşaltılmıştır. Tüpteki
metal levhalar yüksek voltaj kaynağına bağlandığında katot levhasından anot
levhasına doğru bir ışın yayımlanır. Anottaki bir delikten geçen ışın, tüpün floresan
maddeyle kaplanmış diğer ucuna yönelir. Işın bu bölgeye düştüğünde ışıma yapar.
Bazı deneylerde katot tüpünün iki ucu arasına çeşitli materyaller yerleştirilip
bu materyallerin ışına etkisi gözlenmiştir.
Katot ışınlarının hareket ettiği
yöne dik konumda elektrik alan ve dışsal manyetik alan bulunan cam bir katot
ışın (Crookes) tüpü. N ve S mıknatıs kutuplarını gösterir. Katot ışınları
manyetik alan etkisinde tüpün ucundaki A noktasına, elektrik alanın etkisinde C
noktasına, bu alanlar bulunmadığında ya da bileşke vektörün sıfır olduğu
durumda B noktasına çarpar.
Elektromanyetik
kurama göre, hareket halindeki yüklü tanecik bir mıknatıs gibi davranır ve
içinden geçtiği elektrik ya da manyetik alanla etkileşir. Katot ışını artı
yüklü levhaya (anot) doğru çekilip eksi yüklü levha (katot) tarafından
itildiğinden, bu ışının eksi yüklü olması beklenir. Bu eksi yüklü tanecikler, elektron olarak tanımlanır. “Elektron”
ismi, Yunanca ήλεκτρον, elektra’dan
gelmektedir. Çok eski dönemlerden beri, elektron ismi kullanılmasa bile sarı
kehribarın fiziksel etkilerle statik olarak elektriklenebileceği bilinmektedir.
İngiliz fizikçi J.
J. Thomson, katot ışınları tüpü ve elektromanyetik kuramı birleştirerek bir
elektronun elektrik yükü/kütle (e/m) oranını hesaplamıştır. Thomson’un bulduğu
değer, -1,76 x 108 C/g’dır. (Elektronlar normalde atomlarla
ilişkilendirildiği halde, tekil halde de bulunup deneysel çalışmalarla
incelenebilirler.) Daha sonra Amerikan fizikçi Robert A. Millikan, 1908-1917
yılları arasında yaptığı deneylerde bir elektron yükünün -1,6022 x 10-19
olarak bulmuş ve buradan, Thomson’un önceki verilerini de kullanarak elektronun
kütlesini 9,1 x 10-28 olarak hesaplamıştır. Millikan’ın deneyleri
“yağ damlası deneyi” olarak bilinir. Bu kütle proton ve nötronun kütlesi
yanında oldukça küçük olduğundan. Genellikle hesaplamalarda ihmal edilebilir.
Radyoaktiflik
Alman
fizikçi Wilhelm Röntgen 1895’te katot ışınlarının cam ve metallerin olağan dışı
ışın yaymasına neden olduğunu görmüştür. Bu yüksek enerjili radyasyon madde
içinden geçebiliyor, fotoğraf filmi levhalarını karartabiliyor ve floresan ışık
yayımlanmasına neden olur. Bu ışınlar bir mıknatıs ile saptırılamadığından
katot ışınları gibi değildir. Röntgen, tanımlayamadığı bu ışınlara X-ışınları
adını vermiştir.
Röntgen’in
bu buluşunun ardından Paris’te fizik profesörü olan A. Becquerel, maddenin
floresan özelliklerini incelemeye başlamıştır. Becquerel, tesadüfen kalın
kâğıtla sarılmış fotoğraf filmi levhalarının bir uranyum bileşiğinin etkisinde
katot ışınları olmaksızın karardığını fark etmiştir. Uranyumdan kaynaklanan bu
ışınlar tıpkı X-ışınları gibi yüksek enerjilidir ve mıknatıs etkisinde
sapmazlar. X-ışınlarından farklı olarak bu ışınlar kendiliğinden oluşmaktadır.
Becquerel’in öğrencilerinden Marie Curie, kendiliğinden tanecik veya ışın
yayımlanması olgusunu tanımlamak üzere radyoaktivite
terimini ortaya atmıştır. Bu terimden yola çıkılarak, kendiliğinden radyasyon
yayan herhangi bir element için radyoaktif sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. Sonraki
araştırmalar, uranyum gibi radyoaktif elementlerin bozunması ya da parçalanması
yollarıyla üç tür radyoaktif ışın oluştuğunu ortaya koymuştur. Bu ışınlardan
ikisi artı ve eksi yüklü levhalarla saptırılabilir, diğeri ise nötr olup elektrik
ve manyetik alandan etkilenmez.
Radyoaktif elementler tarafından
yayımlanan üç ışın. Radyoaktif ışınları geçirmeyen, kurşun gibi bir maddeden
yapılmış kaynaktan yayılan radyoaktif ışınlardan β ışınları eksi yüklü taneciklerden
(elektronlardan) oluşmuştur ve bu nedenle artı yüklü levha tarafından çekilir.
a ışınları için bunun tersi geçerlidir; a ışınları artı yüklü olup eksi yüklü
levhaya doğru çekilir, γ ışınlarının yükü olmadığından bu ışınlar elektrik
alandan etkilenmez.
Proton ve Çekirdek
1900lü
yılların başında artık atomların elektron içerdiği ve elektriksel olarak nötr
olduğu bilinmektedir. Elektriksel nötrlük için elektron sayısınca onun zıddı
olarak artı yüklü taneciklerin olması gerektiği düşüncesine varılmıştır. Buna
göre Thomson, atomda eksi yüklere eşit ve zıt işaretli olmak suretiyle artı
yüklü tanecikler bulunması gerektiğini ortaya koymuş, bu düşünce çerçevesinde
“üzümlü kek modeli” olarak adlandırılan bir atom modeli geliştirmiştir. 1910
yılında Cambridge Üniversitesi’nden Thomson’un çalışma arkadaşı olan Yeni
Zelandalı fizikçi Ernest Rutherford, a taneciklerini
kullanarak atomun yapısını incelemiştir. Meslektaşı Hans Geiger ve öğrencisi
Marsden ile birlikte bir dizi deney düzenlemiştir. Deneylerde radyoaktif
kaynaktan çıkan a taneciklerinin
çarpacağı hedef olarak çok ince altın yapraklar kullanmıştır. Deney sonunda bu
radyoaktif taneciklerin metalin içerisinden çoğunlukla hiçbir yönelme yapmadan
geçtiğini, çok nadiren sapmalar meydana geldiğini ve bazen taneciklerin geri
döndüğünü gözlemlemiştir. Bu durum, Thomson’un atom modelini yanlışlar
gözükmektedir. Rutherford bu gözlemi için, “Kâğıt mendile 15 inçlik bir kurşun
sıktığınızda kurşunun mendilden sekip sizi vurması kadar ilginç bir olaydı.”
demiştir.
Rutherford’un tasarladığı deney
düzeneği. (a) taneciklerin yayılma düzlemini göstermektedir. (b) altın yaprağın
içinden geçen taneciklerin büyütülmüş görünümüdür.
Bu
deneyi açıklayabilmek için Rutherford yeni bir atom modeli geliştirmiştir. Bu
modele göre atomun çok büyük bir boşluk olmakla beraber, merkezinde maddece
yoğun bir bölge bulunmaktadır. (Taneciklerin sapma yaptığı bölge burasıdır.) Bu
bölgeye çekirdek adı verilmiştir. Çekirdekteki,
daha önce öngörülmüş olan artı yüklü taneciklere de proton denilmiştir. Yapılan başka deneylerde bir protonun yükünün
büyüklük olarak bir elektrona eşit olduğu ve bir protonun kütlesinin yaklaşık
1,67262 x 10-24 g olarak bulunmuştur. Bu kütle, bir elektron
kütlesinin yaklaşık 1840 katıdır. Bu sonuçlar, çekirdeğin kütlesinin, atom
kütlesinin çok büyük bir kısmını içerdiğini, ancak hacim olarak tüm atomun
yalnızca 1/1013 kadarı olduğunu göstermiştir. Günümüzde atomlar ve
moleküller pikometre (pm) adı verilen
SI birimi cinsinden ifade edilir.
1
pm = 1 x 10-12 m
Tipik
bir atomun yarıçapı 100 pm kadardır. Ancak bir atom çekirdeğinin yarıçapı 5 x
10-3 pm kadardır. Atomun büyüklüğü için yaygın olarak kullanılan ve
SI birimi olmayan diğer bir birim de angströmdür (1 Angstrom = 100 pm)
Nötron
Rutherford
atom modeli bir problemi çözümsüz bırakmıştır. Örneğin, bir hidrojen atomunda 1
proton ve bir helyum atomunda 2 proton olduğundan helyum kütlesinin hidrojen
kütlesine oranı yaklaşık 2 olmalıydı, ancak bu oran ölçüldüğünde yaklaşık 4
çıkmıştır. Bu durum, çekirdek içerisinde henüz bilinmeyen ve kütlesi protona
benzer başka taneciklerin olabileceği fikrini güçlendirmiştir. 1932 yılında İngiliz
fizikçi James Chadwick bu tanecikleri tanımlayarak onlara nötron ismini vermiştir. Chadwick, ince bir berilyum levhasını a tanecikleri ile bombardıman ettiğinde,
berilyum metali a ışınlarına benzer
çok yüksek enerjili ışınlar yayımlamıştır. Sonraki deneyler, proton kütlesinden
biraz daha büyük bir kütleye sahip, ancak nötr taneciklerin varlığını işaret
etmektedir. Bunlara nötron denilmektedir. Bu keşifle beraber, atom kütleleri
arasındaki oranlar çok daha doğru bir biçimde hesaplanabilir olmuştur.
Bu
üç temel atomaltı tanecik içerisinde, bu taneciklerden çok daha küçük
tanecikler de olmasına rağmen, kimyasal olarak bu üç temel tanecik önemlidir.
Diğer atomaltı tanecikler özellikle Modern Fizik çalışmalarında önem
kazanmaktadır.
Temel Atomaltı Taneciklerin Kütlesi
ve Yükü
Tanecik
|
Kütle (g)
|
Coulomb (Yük)
|
Yük Birimi
|
Elektron
|
9,10939 x 10-28
|
- 1,6022 x 10-19
|
- 1
|
Proton
|
1,67262 x 10-24
|
+ 1,6022 x 10-19
|
+ 1
|
Nötron
|
1,67493 x 10-24
|
0
|
0
|
Yapılan
yüksek kalitedeki deneyler, yukarıda elektron için Millikan tarafından önerilen
kütleyi çok daha hassas şekilde ölçmekte ve daha doğru sonuçlar vermektedir.
Atom Numarası, Kütle Numarası ve
İzotoplar
Bir
elementin atomlarının çekirdeklerinde bulunan proton sayısına atom numarası (Z) denir. Nötr bir atomda
proton sayısı, elektron sayısına eşittir. Bundan ötürü nötr bir atomun atom
numarası, aynı zamanda çekirdek etrafındaki elektron sayısını da gösterir. Bir
atomun kimyasal kimliği, yani periyodik çizelgedeki yeri yalnızca atom numarası
ile belirlenir. Örneğin, atom numarası 7 olan evrendeki tüm atomlar, sadece
azot elementine aittir.
Kütle numarası (A),
bir elementin atomlarının çekirdeklerinde bulunan proton ve nötron sayısının
toplamıdır. Hidrojen atomu haricinde tüm atomların çekirdeklerinde en az 1 adet
nötron bulunur.
Kütle
Numarası = Proton Sayısı + Nötron Sayısı
Genellikle
belli bir elementin atomlarının tümü aynı kütleye sahip olmaz. (Ancak aynı atom
numarasına sahip olduklarına dikkat ediniz.) Atom numaraları aynı, fakat kütle
numaraları farklı olan atomlara izotop
atomlar denir. Örneğin, hidrojenin doğada üç farklı izotopu bulunmaktadır. Laboratuvar
ortamında sentezlenebilen izotoplar da mevcuttur. Ancak bunlar aşırı
kararsızdır ve hemen bozunma eğilimindedir. Hidrojen ya da Protium olarak bilinen ilk izotopta 1 proton bulunur, ancak nötron
bulunmaz. Döteryum adındaki ikinci izotopta 1 proton ve 1 nötron bulunur. Trityumda
ise 1 proton ve 2 nötron bulunmaktadır. Trityum izotopu radyoaktif özellik
taşır. (Doğada genellikle nötron/proton oranı 1’den büyük olan izotoplar
radyoaktif özellik gösterir. Her atomun bu açıdan radyoaktif bir izotopunun
bulunması olasıdır, ancak bu radyoaktif izotoplar doğada çok nadir bulunur.)
(Kütle
Numarası) AX
(Atom
Numarası) ZX
Hidrojen
haricinde diğer element izotopları çoğunlukla kütle numaraları ile tanımlanır.
Örneğin uranyum-235 ve uranyum-238 şeklinde adlandırılan uranyum izotopları,
radyoaktif özellik taşıyıp atom bombaları ve nükleer reaktörlerde enerji
kaynağı olarak kullanılmaktadır. Nükleer enerjinin temel kaynağını bu tip
izotoplar oluşturmakta ve birçok yenilenemez enerji kaynağına göre son derece
yüksek düzeyde enerji sağlamaktadır.
Bir
elementin kimyasal özelliklerini proton ve elektronlar belirler, normal
koşullarda nötronlar kimyasal değişimlerde rol oynamazlar. Nötron değişimi,
kimyasal değişim olarak değerlendirilmez. Bu nedenle izotop atomların kimyasal
özellikleri aynı, fiziksel özellikleri farklı kabul edilmektedir. Bu
izotopların kimyasal etkinlikleri benzer olup aynı elementlerle oluşturdukları
bileşik türleri aynıdır.
Periyodik Çizelge
Günümüzde
bilinen elementlerin yarısından çoğu 1800 ile 1900 yılları arasında
keşfedilmiştir. Bu elementlerin benzer özellikleri olduğunun saptanması, bilim
insanlarını bu elementleri tasnif etmeye yöneltmiş, bu şekilde periyodik
tablonun oluşmasına zemin hazırlanmıştır. Periyodik tablo (çizelge, cetvel),
benzer kimyasal ya da fiziksel özellikleri olan elementlerin atom sayısı göz
önünde bulundurularak birlikte gruplandırılmasıdır. Elementler atom
numaralarına göre yatay periyotlarda,
kimyasal özelliklerine göre düşey gruplarda
sıralanmıştır. Atom numarası 111-115 arası olan elementler son yıllarda
laboratuvar ortamında sentezlenmiş ve adlandırılma süreçleri devam etmektedir.
Elementler
üç temel sınıfa ayrılabilir: metaller, yarı metaller ve ametaller. Metaller,
ısı ve elektriği iyi ileten elementlerdir. Ametaller genellikle ısı ve
elektriği iletmez. Yarı metaller hem metal hem ametal özelliklerini birlikte
barındıran element sınıfıdır.
Periyodik
çizelge ve elementlerin periyodik çizelge üzerindeki özelliklerine ilerideki konularda
detaylı olarak değinilecektir.
Periyodik Çizelge
TÜBİTAK’ın
web sitesinden periyodik çizelge ve elementlerin özellikleri hakkında daha
detaylı bilgi edinebilirsiniz.
Moleküller ve İyonlar
Tüm
elementler arasında, doğada tek başına atomlar halinde bulunan elementler,
periyodik çizelgede 8A grubundaki altı tane asal gazdır (He, Ne, Ar, Xe ve Rn).
Bu nedenle bu elementlere tek atomlu
gazlar adı verilir. Ancak maddeler çoğunlukla tek atomu halde bulunmayıp
elementlerin belirli koşullarda birbirleriyle yaptıkları bağlar neticesinde
meydana gelen molekül, iyon ve bileşikler biçiminde doğada bulunur.
Moleküller
En
az iki atomun belli bir düzende kimyasal kuvvetlerle (bağlarla) bir arada
bulunduğu atom topluluğuna molekül adı verilir. Bir molekülde yalnızca tek bir
elemente ait atomlar bulunabileceği gibi, iki ya da daha çok sayıda, farklı
elementlerden oluşmuş moleküller de mevcuttur. Sadece bir elementin
atomlarından oluşan moleküllere element
molekülü, farklı elementlerin atomların oluşan moleküllere de bileşik molekülü denir. Örneğin H2
bir element molekülü iken H2O bir bileşik molekülüdür. Her iki
durumda da moleküller, herhangi bir elektron alışverişinin bulunmadığı
şartlarda tıpkı atomlar gibi elektriksel olarak nötrdür.
H2
olarak gösterilen hidrojen molekülüne diatomik molekül denir. Bu molekül sadece
iki adet atom içerir. N2, Cl2 ve Br2 gibi
özellikle ametaller diatomik özellik gösterir. Bunlarla birlikte, farklı
elementlerden oluşup diatomik özellik gösteren HCl, HBr, CO gibi bileşik
molekülleri de vardır. Moleküllerin çoğu iki atomdan fazlasını içerir. Üç
atomlu ozonda (O3) olduğu gibi, aynı elementin atomları da olabilir,
su (H2O) ve amonyak (NH3) gibi farklı elementlerden
oluşmuş da olabilir. Böyle moleküllere poliatomik moleküller denir.
İyonlar
Pozitif
ya da negatif yüklü atom veya atomlar grubuna iyon denir. Kimyasal tepkimelerde atomun proton içeriği değişmezken
elektron sayısı değişir, böylece iyonlar oluşur. Nötr bir atom elektron
kaybettiğinde (+) yüklü katyon,
elektron kazandığında (–) yüklü anyon
oluşur.
-
Na atomu 11 proton ve 11 elektron
içerirken Na+ iyonu 11 proton ve 10 elektron içerir
-
Cl atomu 17 proton ve 17 elektron içerirken
Cl- iyonu 17 proton ve 18 elektron içerir
-
Na+ ve Cl-
iyonları sofra tuzu olarak bilinen NaCl iyonik bileşiğini meydana getirir.
Atomlar
birden fazla elektron kazanabilir ya da kaybedebilir. Birden fazla elektron
değişiminin yaşandığı iyonlara örnekler: Mg2+, Fe3+, S2-,
O2-.
İki
veya daha çok sayıda atom birleşerek pozitif veya negatif yüklü bir iyon
oluşturabilir. OH- (hidroksit) iyonu, CN- (siyanür) iyonu
ve NH4+ (amonyum) iyonu gibi poliatomik iyonlar birden
çok atom içeren iyonlardır. Demir (Fe), Kobalt (Co), Mangan (Mn), Bakır (Cu),
Krom (Cr), Kalay (Sn), Cıva (Hg) ve Kurşun (Pb) gibi elementlerin iyonları
birden fazla değer alabilir.
NaCl kristal yapısı
Kimyasal Formüller
Kimyasal
formüller, moleküllerin ya da iyonik bileşiklerin bileşiminin kimyasal
simglerle ifade edilmiş halidir. Bileşimden anlaşılması gereken, bileşikteki
element ve atomların Sabit Oranlar Yasası uyarınca birleşme oranlarıdır.
Molekül formülü ve kaba formül olmak üzere başlıca iki tür formül vardır.
Molekül Formülü
Bir
maddenin en küçük biriminde bulunan elementlerin atom sayısını tam olarak
gösteren formüldür. Hidrojenin molekül formülü H2, oksijenin O2,
ozonun O3 ve suyun H2O’dur. Bu formüllerde alt indis
herhangi bir elementin atom sayısını gösterir. Suda oksijenin alt indisi
yoktur, su molekülünde yalnızca 1 tane oksijen atomu bulunur, bu durumda 1
rakamı kullanılmaz. Oksijen ve ozon, aynı elementin farklı miktarlarda birleşmiş
molekülleridir. Bu durumda allotrop
atomlar oluşur. Allotrop, bir elementin iki veya daha çok sayıdaki farklı
biçimlerine verilen genel bir isimdir. Karbon elementlerinin allotropları olan
elmas ve grafit gerek özellikleri gerekse maliyetleri bakımından birbirlerinden
çok farklı olmasına rağmen allotrop özelliktedirler.
Molekül Modelleri
Moleküller
çoğunlukla çıplak gözle görülemeyecek boyuttadırlar. Molekülleri gözle
canlandırabilmenin en temel yolu, molekül modelleri kullanmaktır. Top ve çubuk modellerinde
atomlar, üzerlerinde delikle bulunan tahta ya da plastik toplarla gösterilir.
Bu modellerde kimyasal bağları göstermek için çubuk ve yaylar kullanılır.
Çubukların atomlar arasında oluşturduğu açılar, yaklaşık olarak gerçek
moleküldeki bağ açılarını gösterecek şekilde düzenlenir. H atomu dışında toplar
aynı büyüklüktedir ve her elementin atomu farklı renklerle temsil edilir. (Her
atomun renk kodu farklıdır.) Uzay-dolgu modellerinde ise atomlar kesilmiş
toplar biçiminde olup birbirlerine geçecek şekilde bağlanmışlardır, bu nedenle
bu modelde bağlar gösterilmez. Topların boyutları atom boyutlarıyla
orantılıdır. Molekül modeli oluşturmak için öncelikle molekülde atomların
birbirine nasıl bağlandığını gösteren yapı
formülü çizilir. Örneğin su molekülünde H atomlarının her ikisinin de O
atomuna bağlı olduğu bilinmektedir; bu nedenle H-O-H olarak gösterilir.
Kaba Formüller
Antiseptik
özelliği olan, saç ve tekstil malzemeleri için ağartıcı olarak kullanılan
hidrojen peroksit bileşiğinin molekül formülü H2O2’dir.
Bu molekülde hidrojen atomlarının oksijen atomlarına oranı 2:2’dir. Bu
molekülün kaba formülü HO’dur. Kaba
formül, bir molekülde hangi elementlerin bulunduğunu ve bu elementlerin
atomlarının en basit tam sayı oranını gösterir, ancak moleküldeki atomların
gerçek sayısını göstermeyebilir. Örneğin roket yakıtı olarak kullanılan
hidrazinin (N2H4) kaba formülü NH2’dir. Kaba
formüller en basit kimyasal formüllerdir. Molekül formülleri ise gerçek
formüllerdir. Bir bileşiğin molekül formülü bilinirse kaba formülü de bilinir.
Bunun tersi geçerli değildir. Kaba formüller deneysel sonuçlarla bulunur.
İyonik Bileşiklerin Formülleri
İyonik
bileşikler bağımsız molekül birimlerinden oluşmaz. Örneğin katı sodyum klorür
üç boyutlu ağ örgü yapıda dizilmiş eşit sayıda Na+ ve Cl-
iyonlarından oluşur. Bu bileşikte katyon/anyon oranı 1 olup bileşik elektriksel
olarak nötrdür.
Potasyum
bromür: Potasyum iyonu K+ ve brom iyonu Br-‘dir. Burada
indise gerek yoktur bileşiğin formülü KBr’dir.
Çinko
İyodür: Çinko iyonu Zn2+ ve iyot iyonu I-‘dir. Burada
formül ZnI2’dir.
Bileşiklerin Adlandırılması
İyonik Bileşikler
İyonik
bileşiklerin çoğu, yalnızca iki elementten oluşan ikili bileşiklerdir. İkili
iyonik bileşiklerde önce metal katyonunun adı söylenir, sonra da ametal ametal
anyonun adı verilir. Buna göre NaCl’nin adı sodyum klorürdür. Anyonun adı,
element adına –ür son eki getirilerek okunur. Potasyum bromür (KBr), çinko
iyodür (ZnI2) ve alüminyum oksit (Al2O3) de
ikili bileşiklerdir
.
Çok Rastlanan Bazı Tek Atomlu
İyonların Adlandırılması ve Periyodik Çizelgedeki Yerleri:
4A Grubu
|
5A Grubu
|
6A Grubu
|
7A Grubu
|
C Karbür C4-
|
N Nitrür N3-
|
O Oksit O2-
|
F Florür F-
|
Si Silisür Si4-
|
P Fosfür P3-
|
S Sülfür S2-
|
Cl Klorür Cl-
|
Se Selenür Se2-
|
Br Bromür Br-
|
||
Te Telürür Te2-
|
I İyodür I-
|
En
reaktif metaller: lityum, sodyum, potasyum, rubidyum, sezyum, magnezyum,
kalsiyum, stronsiyum, baryumdur ve alüminyumdur. En reaktif ametaller: azot,
oksijen, sülfür, flor, klor, brom ve iyottur.
Çok Rastlanan Bazı İnorganik Katyon
ve Anyonların Listesi
Alüminyum Al3+
|
Bakır(I) kupröz
Cu+
|
Mangan(II)
manganöz Mn2+
|
Klorat ClO3-
|
Amonyum NH4+
|
Bakır(II) kuprik Cu2+
|
Cıva(I) merküröz Hg+
|
Klorür Cl-
|
Baryum Ba2+
|
Hidrojen
H+
|
Cıva(II)
merkürik Hg2+
|
Kromat
CrO42-
|
Kadmiyum Cd2+
|
Demir(II) ferröz Fe2+
|
Potasyum K+
|
Siyanür CN-
|
Kalsiyum Ca2+
|
Demir(III)
ferrik Fe3+
|
Gümüş
Ag+
|
Dikromat
Cr2O72-
|
Sezyum Cs+
|
Kurşun(II) plumböz Pb2+
|
Sodyum Na+
|
Dihidrojen fosfat H2PO4-
|
Krom(III) Cr3+
|
Lityum
Li+
|
Stronsiyum
Sr2+
|
Florür
F-
|
Kobalt(II)
Co2+
|
Magnezyum Mg2+
|
Kalay(II) stanöz Sn2+
|
Hidrür H-
|
Nitrat NO3-
|
Nitrür
N3-
|
Nitrit
NO2-
|
Oksit
O2-
|
Çinko Zn 2+
|
Bromür Br-
|
Karbonat CO32-
|
Bikarbonat HCO3-
|
Hidrojen fosfat
HPO42-
|
Bisülfat
(Hidrojen sülfat) HSO4-
|
Hidroksit
OH-
|
İyodür
I-
|
Permanganat
MnO4-
|
Peroksit O22-
|
Fosfat PO43-
|
Sülfat SO42-
|
Sülfür S2-
|
Sülfit
SO32-
|
Tiyosiyanat
SCN-
|
Manganat
MnO72-
|
“-ür”
son eki farklı elementler içeren anyonlar için de kullanılabilir, siyanür gibi.
KCN gibi üç elementten oluşan bileşiklere üçlü
bileşikler denir. Bazı metaller, özellikle geçiş metalleri birden çok
katyon oluşturabilir. Aynı elementin farklı katyonlarını belirtmek için Romen
rakamları kullanılır. Buna Stock Sistemi
adı verilir. Yukarıdaki tabloda bu katyonların örnekleri verilmiştir.
Moleküler Bileşikler
İyonik
bileşiklerden farklı olarak moleküler bileşikler belirli ve bağımsız molekül
birimleri içerirler. Moleküler bileşikler genellikle ametallerden oluşur.
Moleküler bileşiklerin çoğu ikili bileşiklerdir. Adlandırılması iyonik
bileşiklere benzerdir.
-
HCl: Hidrojen klorür
-
HBr: Hidrojen bromür
-
SiC: Silisyum Klorür
İki
element birden çok sayıda bileşik oluşturabilir. Bu durumlarda bileşik
adlandırılmasında ortaya çıkabilecek karmaşayı önlemek için bileşikteki
elementlerin atom sayısı isimlendirmede Yunanca ön ekleriyle belirtilir. Bu tip
bir adlandırmada dikkat edilmesi gereken kurallar şunlardır:
·
Birinci element için “mono” ön eki
kullanılmaz. Örneğin, PCl3 için monofosfor
triklorür demek yerine, fosfor triklorür
tercih edilir.
·
Oksitler adlandırılırken bazen ön ekteki
“a” atlanır. Örneğin, N2O4 bileşiği diazot tetraoksit yerine diazot
tetroksit olarak okunur.
·
Hidrojen içeren moleküler bileşikler
adlandırılırken, Yunanca ön ekler kullanılmaz. Geleneksel olarak bu bileşikler
yaygın olarak bilinen ve sistematik olmayan adları ile ya da hidrojen atomu
sayısının belirtilmediği adlarla anılırlar. Örnekler: B2H6
diboran, CH4 metan, SiH4 silan, NH3 amonyak,
PH3 fosfin, H2O su, H2S hidrojen sülfür.
Asit ve Bazlar
Asitlerin Adlandırılması
Asit
suda çözündüğünde hidrojen iyonları veren madde olarak tanımlanabilir.
Asitlerin formülleri bir anyon ile hidrojen atomları içerir. Adları “ür” ile
biten anyonların asitleri “hidro” ön eki ve “ik” son eki içerirler. Bazen aynı
kimyasal formüle iki farklı ad verilebilir. Örneğin, HCl hem hidrojen klorür
hem hidroklorik asit olarak bilinir. Bu bileşik için kullanılan fiziksel hale
bağlıdır. Gaz veya saf haldeki HCl moleküler bir bileşik olup hidrojen klorür
olarak adlandırılmalıdır. Ancak suda çözündüğünde bu bileşik H+ ve
Cl- iyonlarını oluşturacağından hidroklorik asit olarak
düşünülmelidir.
Hidrojen,
oksijen ve bir diğer element (merkez element) içeren asitlere oksiasit denir.
HNO3
Nitrik Asit, H2CO3 Karbonik Asit, H2SO4
Sülfürik Asit, HClO3 Klorik Asit
Çoğu
zaman iki veya daha çok sayıda oksiasitte aynı merkez atomu, ancak farklı
sayıda O atomu bulunur. Adları “ik” ile biten oksiasitlerden başlayarak, bu tür
bileşiklerin adlandırılması için aşağıdaki kurallar uygulanır:
1. “ik”
asidine 1 tane O atomunun eklenmesi: Bu durumda asit “per…ik” asit olarak
adlandırılır. Örneğin, HClO3 asidine 1 tane O eklenmesiyle klorik
asit, perklorik aside dönüşür.
2. “ik”
asidinden 1 tane O atomunun çıkarılması: Bu durumda asit “öz” asidi olarak
adlandırılır. Buna göre nitrik asit, HNO3, nitröz aside dönüşür.
3. “ik”
asidinden 2 tane O atomunun çıkarılması: Bu durumda asit “hipo…öz asit” olarak
adlandırılır. Buna göre, HBrO3, HBrO’ya dönüştüğünde hipobromöz asit
olarak adlandırılır.
Oksianyonlar
adı verilen oksiasit anyonları aşağıdaki kurallara göre adlandırılır:
1. “ik”
asidinden H iyonlarının hepsi çıkarıldığında, geriye kalan anyon adı “at” ile
sonlandırılarak okunur. Örneğin, H2CO3’ten kaynaklanan CO32-,
karbonat olarak adlandırılır.
2. “öz”
asidinden H iyonlarının hepsi çıkarıldığında, anyon adı “it” ile sonlanır. Bu
nedenle HClO2’nin anyonu ClO2-, klorit
anyonudur.
3. Asitten
bir ya da daha çok sayıda H iyonu çıkarıldığında oluşan anyon adı, anyonda kaç
hidrojen olduğunu belirtilerek adlandırılır. Örneğin, fosforik asitten
kaynaklanan anyonlar şunlardır:
H3PO4:
Fosforik Asit, HPO42-: Hidrojen fosfat
H2PO4-:
Dihidrojen fosfat, PO43-: Fosfat
Anyonda
sadece 1 tane H bulunuyorsa, “mono” ön ekinin genellikle kullanılmaz.
Bazların Adlandırılması
Baz
suda çözündüğünde hidroksit iyonları (OH-) veren madde olarak
tanımlanır.
Gaz
veya sıvı halde, moleküler bir bileşik olan amonyak da (NH3) yaygın
olarak karşılaşılan bir bazdır. Bu ilk başta, yapısında hidroksit olmadığından
baz tanımına uygun görünmemektedir; ancak bir madde suda çözündüğü zaman
hidroksit iyonları oluşturuyorsa, yapısında hidroksit iyonları içermese de baz
olarak tanımlanır. Nitekim amonyak suda çözündüğünde NH3 su ile
kısmen tepkimeye girip NH4+ ve OH- iyonları
oluşturur. Bu nedenle amonyağın baz olarak sınıflandırılması doğrudur.
Hidratlar
Hidratlar,
bileşimlerinde belli sayıda su molekülü bulunan bileşiklerdir. Örneğin, normal
haldeki bakır(II) sülfatta, bakır(II) sülfat birimleri 5 tane su molekülü
içerir. Bu bileşiğin sistematik adı bakır(II)
sülfat pentahidrat olup formülü CuSO4.5H2O’dur. Bileşikteki
su molekülleri bileşiğin ısıtılması ile uzaklaştırılabilir ve susuz CuSO4 elde edilir. “Susuz”
terimi, bir değişim sonunda bünyesinde su molekülü bulundurmayan bileşikler
için kullanılır.
Sulu ve susuz bakır(II) sülfat
formları
Konuyla
ilgili problemler ve çözümleri hazırlanacak olan soru arşivinde verilecektir.
Hazırlayan: Necdet Ersöz (Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi)
Hazırlayan: Necdet Ersöz (Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi)
Kaynaklar
Chang,
Raymond, Genel Kimya Temel Kavramlar,
Dördüncü Baskıdan Çeviri, Palme Yayıncılık, 2011
Yorumlar
Yorum Gönder
Görüş, öneri, soru ve eleştirilerinizi lütfen bildiriniz. Yapıcı yorumlar değerlendirilecek; kişilik saldırıları ve üslûp hataları engellenecektir.